Merak Edilenler

İklim değişikliği, sera gazları ve sürdürülebilirlik hakkında bilimsel temelli sorular ve cevaplar

Hava durumu günler veya haftalar ölçeğinde yaşanan kısa süreli atmosfer koşullarıyken, iklim belirli bir bölgenin onlarca yıl ve üzerindeki ortalama hava koşullarıdır. İklim değişikliği, bu uzun dönemli istatistiklerin insan faaliyetleri ve doğal süreçler nedeniyle kalıcı şekilde değişmesidir.

Küresel ısınma, özellikle sera gazı artışı nedeniyle Dünya'nın ortalama yüzey sıcaklığının yükselmesini ifade eder. İklim krizi ise bu ısınmanın yol açtığı zincirleme etkileri, riskleri ve aciliyet boyutunu da içeren daha geniş bir kavramdır (aşırı hava olayları, ekosistem çöküşü, gıda-su krizleri vb.).

Sera etkisi, atmosferdeki bazı gazların (özellikle su buharı, karbondioksit, metan gibi) yeryüzünden yayılan kızılötesi ışınımı tutarak gezegenin ısınmasına neden olmasıdır. Bu doğal etki olmasaydı Dünya'nın ortalama sıcaklığı yaklaşık 15°C yerine -18°C civarında olur ve yaşam bugünkü haliyle mümkün olmazdı.

Başlıca sera gazları su buharı, karbondioksit (CO₂), metan (CH₄), diazot monoksit (N₂O / nitröz oksit), ozon (O₃) ve insan yapımı florlu gazlardır (HFC, PFC, SF₆ vb.). Bu gazlar kızılötesi radyasyonu soğurup yeniden yayarak atmosferde ısının tutulmasına katkı sağlar.

Toplam ısınma etkisine bakıldığında en önemli sera gazı, insan kaynaklı emisyonlarda hacimce en büyük paya sahip olan karbondioksittir. Metan ve nitröz oksit birim başına çok daha güçlü olsalar da atmosfere salınan miktarları CO₂'ye göre daha düşüktür.

Metan, belirli bir zaman diliminde bakıldığında, birim kütle başına karbondioksitten onlarca kat daha yüksek küresel ısınma potansiyeline sahiptir. Metan emisyonları ağırlıklı olarak fosil yakıt üretimi, tarım (özellikle büyükbaş hayvancılık) ve atık yönetiminden kaynaklanır.

N₂O emisyonlarının önemli kısmı tarımda kullanılan azotlu gübreler ve hayvancılık faaliyetlerinden, geri kalanı ise bazı endüstriyel süreçler ve fosil yakıt yakımından kaynaklanır. Küresel ısınma potansiyeli CO₂'den yüzlerce kat daha yüksek olduğu için küçük miktarlardaki artışlar bile iklim üzerinde güçlü etki yaratabilir.

Soğutma-klimalar, bazı endüstriyel prosesler ve köpük-yalıtım malzemelerinde kullanılan birçok florlu gazın küresel ısınma potansiyeli çok yüksektir ve atmosferde uzun süre kalırlar. Bu nedenle miktarları nispeten az olsa bile toplam ısınma etkileri büyük olabilir ve pek çoğu iklim politikalarında özel düzenlemelere tabidir.

Araştırmalar, sanayi öncesi döneme göre ortalama sıcaklık artışının 1,5°C ile sınırlandırılmasının, ekosistemler ve toplumlar için riskleri önemli ölçüde azalttığını, örneğin aşırı sıcak günler, seller ve kuraklıkların sıklık ve şiddetinin daha yönetilebilir düzeyde kaldığını gösteriyor. Bu eşik aşıldığında bazı ekosistemlerde geri dönüşü olmayan hasarların (örneğin mercan resiflerinin büyük bölümü) tetiklenme riski belirgin biçimde artıyor.

Mevcut küresel emisyon eğilimleri, ilave güçlü azaltım önlemleri alınmazsa yüzyıl sonuna doğru 1,5°C'nin belirgin şekilde üzerinde bir ısınmaya işaret ediyor. Bu nedenle pek çok ülke "net sıfır" emisyon hedefi, ara hedefler ve iklim yasalarıyla emisyonları hızla düşürmeye çalışıyor.

Daha sık ve yoğun sıcak hava dalgaları, kalp-damar ve solunum hastalıkları başta olmak üzere özellikle yaşlılar ve hassas gruplar için ölüm riskini artırır. Ayrıca hava kalitesi bozulması, vektör kaynaklı hastalıkların coğrafi yayılımı ve su-gıda güvensizliği gibi dolaylı kanallar üzerinden de ciddi sağlık etkileri görülür.

Yağış rejimlerinin değişmesi, buzulların erimesi ve buharlaşmanın artması, bazı bölgelerde kronik kuraklık riskini artırırken, bazı bölgelerde ise aşırı yağış ve sel olaylarını daha sık hale getirir. Bu durum içme suyu, tarımsal sulama ve hidroelektrik üretimi üzerinde doğrudan baskı oluşturur.

Sıcaklık artışı, yağış değişimleri ve aşırı hava olayları birçok bölgede verimliliği düşürerek gıda fiyatlarında dalgalanmalara ve kıtlık riskine yol açabilir. Özellikle yağmurla beslenen tarım sistemleri ve kırılgan topraklar iklim şoklarına karşı daha hassastır.

Deniz seviyesinin yükselmesi, uzun süreli kuraklık ve sıklaşan afetler, bazı bölgelerde yaşam koşullarını zorlayarak iç ve dış göç baskısını artırabilir. Bu göç hareketleri altyapı, işgücü piyasası ve sosyal uyum üzerinde baskı yaratarak güvenlik tartışmalarını da tetikleyebilir.

Sıcaklık ve yağış rejimlerindeki hızlı değişimler, türlerin alıştığı yaşam alanlarını kaydırıyor veya yok edebiliyor; bu da ekosistemlerde bozulma ve türlerin yok olma riskini artırıyor. Özellikle mercan resifleri, kutup ekosistemleri ve dağlık alanlar iklim değişikliğine karşı en hassas bölgeler arasında.

Ormanlar büyük miktarda karbon depolayan yutak alanlardır; kesildiklerinde veya yakıldıklarında hem bu depolama kapasitesi kaybedilir hem de atmosfere ek CO₂ salınır. Aynı zamanda ormansızlaşma, bölgesel iklimi etkileyen su döngüsünü ve yerel sıcaklıkları da değiştirir.

İki ana mekanizma, okyanus sularının ısınmaya bağlı genleşmesi ve kara buzullarının ile buz tabakalarının eriyerek denizlere tatlı su eklemesidir. Bu süreçler kıyı erozyonunu artırır, deltaları, ada devletlerini ve alçak kıyı şehirlerini risk altına sokar.

Yenilenebilir enerji, doğal süreçler yoluyla kendini kısa zaman ölçeklerinde sürekli yenileyen kaynaklardan elde edilen enerjiyi ifade eder; güneş, rüzgâr, hidroelektrik, jeotermal ve biyokütle bu gruba girer. Bu kaynaklar fosil yakıtlara kıyasla çok daha düşük sera gazı emisyonuna sahiptir.

Elektrik, ısıtma-soğutma ve ulaşımda fosil yakıtların yerini yenilenebilir kaynaklarla değiştirmek, enerji sektöründen kaynaklanan CO₂ emisyonlarını büyük ölçüde azaltabilir. Bu da 1,5–2°C hedefleriyle uyumlu emisyon azaltımının temel ayaklarından birini oluşturur.

"Temiz enerji" genellikle sera gazı ve hava kirletici emisyonları çok düşük olan tüm teknolojileri (bazı nükleer ve düşük karbonlu çözümler dahil) ifade ederken, "yenilenebilir enerji" yalnızca doğal olarak yenilenen kaynaklara dayanır. Dolayısıyla her yenilenebilir enerji aynı zamanda düşük karbonludur, fakat her düşük karbonlu teknoloji mutlaka yenilenebilir değildir.

Biyokütle enerjisi, bitkilerin büyüme sırasında atmosferden çektiği karbonun yanma veya çürüme sırasında tekrar atmosfere dönmesi ilkesine dayanır; sürdürülebilir üretim ve arazi yönetimi sağlanırsa net emisyon azaltımı mümkün olabilir. Ancak arazi kullanım değişiklikleri, gübre kullanımı ve tedarik zincirindeki fosil yakıt kullanımı hesaba katıldığında her biyokütle projesinin "karbon nötr" olduğu söylenemez; proje bazlı değerlendirme gerekir.

Net sıfır, insan faaliyetleriyle atmosfere salınan sera gazı miktarının, yutaklar ve teknolojik çözümlerle atmosferden uzaklaştırılan miktara uzun dönemli olarak eşitlenmesi durumudur. Bu noktada atmosferdeki sera gazı konsantrasyonları istikrara kavuşur ve küresel sıcaklık artışı durma eğilimine girer.

Karbon nötrlük, bir faaliyet veya kuruluşun net sera gazı etkisini sıfıra indirmesini ifade ederken, iklim pozitif (veya karbon pozitif) yaklaşım, saldığından daha fazla sera gazını atmosferden çekmeyi amaçlar. İklim pozitiflik genellikle ek ormanlaştırma, karbon yakalama ve negatif emisyon teknolojileri gibi ek önlemleri gerektirir.

Karbon fiyatlandırması, emisyonların ton başına belirli bir maliyetle vergilendirilmesi (karbon vergisi) veya toplam emisyon kotası içinde alınıp satılabilen izinler yoluyla fiyatlanması (emisyon ticaret sistemleri) anlamına gelir. Bu mekanizmalar, kirletenin ödemesini ve düşük karbonlu teknolojilere geçişi ekonomik olarak teşvik etmeyi hedefler.

Uyum, kaçınılması mümkün olmayan iklim etkilerine karşı toplumların, ekosistemlerin ve ekonomilerin zararları azaltacak veya fırsatları değerlendirecek şekilde kendini ayarlaması sürecidir. Örneğin sel bariyerleri, kuraklığa dayanıklı tohumlar, erken uyarı sistemleri ve ısı dalgalarına uyumlu şehir planlaması uyum önlemlerine örnektir.

Şehirler yeşil altyapıyı artırarak, geçirgen yüzeyler ve su yönetimi çözümleriyle sel riskini azaltarak, ısı adası etkisini azaltan tasarımlarla ve afet risk yönetim planlarıyla iklim etkilerine karşı daha dirençli hale gelebilir. Ulaşım ve binalarda enerji verimliliğini artırmak ise hem emisyonları düşürür hem de aşırı sıcak ve soğuklara dayanıklılığı artırır.

En büyük etki genellikle dört alanda görülür: konutlarda enerji verimliliği ve yenilenebilir elektrik kullanımı, ulaşım tercihlerinde düşük/sıfır emisyonlu seçenekler, beslenmede özellikle et ve süt ürünleri tüketiminin azaltılması ve israfın önlenmesi ile tüketim alışkanlıklarında uzun ömürlü, onarılabilir ürünleri tercih etmek. Ayrıca finansal tercihler (tasarruf, yatırım, emeklilik fonları) yoluyla düşük karbonlu projeleri desteklemek de dolaylı fakat önemli bir kaldıraçtır.

Öncelikle kapsam 1, 2 ve 3 sera gazı envanterini çıkararak mevcut emisyon profilini netleştirmek gerekir; ardından bilim temelli azaltım hedefleri belirlenmeli ve enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, düşük karbonlu ürün-hizmet tasarımı gibi alanlarda yol haritası hazırlanmalıdır. Tedarik zinciri yönetimi, iklim risklerinin finansal raporlamaya entegrasyonu ve şeffaf raporlama da kurumsal iklim stratejisinin temel bileşenleridir.

Genel metodolojileri uluslararası standartlara ve ulusal rehberlere dayanan araçlar (IPCC kılavuzları, ISO standartları vb. esas alınarak geliştirilenler) makul doğrulukta tahminler sunabilir, ancak sonuçlar kullanılan veri kalitesine ve varsayımlara duyarlıdır. Kurumsal düzeyde doğrulama ve bağımsız denetim mekanizmaları, hesaplamaların güvenilirliğini artırmak için önemlidir.

Karbon yakalama ve depolama (CCS), endüstriyel tesislerden ve fosil yakıt kullanan santrallerden atmosfere salınmadan önce karbondioksit (CO₂) emisyonlarının yakalanması, taşınması ve derin yer altı jeolojik formasyonlarında kalıcı olarak depolanması sürecidir. CCS, özellikle çimento, kimyasal ve çelik üretimi gibi emisyon azaltımı zor olan sektörlerde kritik bir azaltım aracıdır.

CCS teknolojisi üç ana aşamada işler: Yakalama aşamasında, CO₂ endüstriyel tesislerin egzoz gazlarından kimyasal prosesler kullanılarak ayrıştırılır. Taşıma aşamasında, yakalanan CO₂ sıkıştırılarak boru hatları, gemi, demiryolu veya karayolu ile depolama alanına taşınır. Depolama aşamasında ise CO₂, süperkritik sıvı formunda yeterli derinlik ve basınçtaki jeolojik formasyonlara (genellikle 800 metre ve daha derin) enjekte edilir ve burada kalıcı olarak tutulur.

CCS, emisyonlarını doğrudan sıfırlayamayan veya elektrikle çalıştırılamayan endüstriler için hayati önem taşır. Çimento üretimi gibi proseslerde CO₂ kimyasal reaksiyonların doğal bir yan ürünüdür ve bu emisyonları önlemek mümkün değildir. Avrupa'nın 2050 net sıfır hedeflerine ulaşmasını inceleyen çalışmaların neredeyse tamamı, CCS'nin önemli bir rol oynayacağını göstermektedir. Dünya çapında 29 operasyonel CCS tesisi yılda 40 milyon ton CO₂ yakalayıp depolamaktadır.

Yeraltı CO₂ depolama güvenliği, AB'de CCS Direktifi (2009/31/EC) gibi yasal çerçevelerle düzenlenmektedir. Depolama kompleksleri, bölgesel olarak sürekli olan ve sızıntı yolları içermeyen bölgesel örtü (caprock) tabakalarına sahip olmalıdır. Depolanan gazlar, beklendiği gibi davrandıklarından emin olmak için sürekli izlenir ve bugüne kadar CCS operasyonlarından kaynaklanan hiçbir olumsuz sağlık, güvenlik veya çevresel etki rapor edilmemiştir.

DACCS (Direct Air Capture and Storage), CO₂'nin endüstriyel tesislerden değil, doğrudan atmosferden yakalandığı gelişmiş bir teknolojidir. Bu yöntemle, emisyonun nerede, nasıl ve ne zaman salındığından bağımsız olarak ortam havasından CO₂ filtrelenir. DACCS, havacılık gibi tamamen karbonsuzlaştırılması son derece maliyetli sektörlerden kalan emisyonları dengelemek ve atmosferdeki CO₂ konsantrasyonlarının düşürülmesi için negatif emisyon sağlamak açısından önemlidir.

Döngüsel ekonomi, atıkların ortadan kaldırıldığı, kaynakların dolaşımda tutulduğu ve doğanın yenilendiği rejeneratif bir ekonomik modeldir. Bu sistem, mevcut malzeme ve kaynakların yeniden işleme, yeniden kullanım, onarım ve geri dönüşüm yoluyla ürün yaşam döngülerinin olabildiğince uzatılmasını hedefler. Küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık %67'si malzeme yönetimiyle ilişkilidir ve döngüsel ekonomi, mevcut politikalar ile 1,5°C hedefi arasındaki emisyon açığının yaklaşık yarısını kapatma potansiyeline sahiptir.

Doğrusal ekonomi ("al-üret-at" modeli), hammaddelerin çıkarıldığı, ürünlerin üretilip satıldığı, tüketildiği ve atıldığı bir sistemdir. Bu yaklaşım kaynak yoğundur ve büyük miktarlarda sera gazı ve atık üretir. Döngüsel ekonomi ise, kaynakların mümkün olduğunca uzun süre kullanımda kalmasını sağlayan rejeneratif bir yaklaşımdır. Ürünler modüler ve kolayca tamir edilebilir şekilde tasarlanır, böylece malzemeler kullanımda kalır ve atık haline gelmez.

Küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık %67'si malzeme yönetimiyle ilişkilidir. Sanayide sınırlı hammaddelerin çıkarılması ve işlenmesi her yıl büyük miktarlarda sera gazı emisyonu yaratır. Döngüsel ekonomi, bir ürünün yaşam döngüsü değerlendirmesini baştan dikkate alarak bileşenlerin mümkün olduğunca uzun süre döngüde kalmasını sağlar (eko-tasarım). Bu, daha az birincil hammadde tüketilmesi ve enerji verimli üretim süreçleriyle birlikte daha düşük sera gazı emisyonlarına yol açar.

Mevcut iklim azaltım politikalarının çoğunluğu enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye odaklanırken, döngüsel ekonomi malzeme yönetimi, dematerializasyon ve sistemik değişim yoluyla önemli ölçüde katkıda bulunur. Küresel olarak yılda 80 milyar tondan fazla malzeme çıkarılırken, bunun sadece %7'si yeniden kullanılmakta veya geri dönüştürülmektedir. Döngüsel ekonomi, paylaşım ekonomisi ve fonksiyonel ekonomi gibi iş modellerini teşvik ederek yeni fiziksel varlıklara sahip olmadan değer yaratmanın yollarını sunar.

Ekonomideki malzeme akışı iki ana döngüye ayrılabilir: Teknik döngü, ürünlerin yeniden kullanım, onarım, yeniden işleme ve geri dönüşüm yoluyla döngüsel ekonomi içinde tutulmasını içerir; malzemeler kullanımda kalır ve atık haline gelmez. Biyolojik döngüde ise, biyolojik olarak parçalanabilen malzemelerden gelen besinler kompostlama veya fermantasyon gibi süreçlerle toprağa geri verilebilir; böylece toprak yenilenir ve döngü yeniden başlar.

Elektrikli araçlar tamamen karbon nötr değildir, ancak geleneksel benzinli ve dizel araçlara kıyasla önemli ölçüde daha az sera gazı emisyonu üretirler. Yaşam döngüsünün tamamı boyunca (hammadde çıkarımından aracın ve bataryanın üretimine ve geri dönüşüm aşamasına kadar), elektrikli araçların sera gazı emisyonları fosil yakıtlarla çalışan eşdeğer araçlardan önemli ölçüde daha düşüktür. 2020'de yapılan bir çalışma, ortalama AB yaşam döngüsü iklim etkisinin orta-düşük menzilli bir bataryalı elektrikli araç (BEV) için benzinli bir aracın yaklaşık %45'i ve dizel bir aracın %53'ü olduğunu doğruladı.

Evet, elektrikli araçlar genellikle benzinli ve dizel araçlardan daha temizdir. Çalışırken egzoz boruları yoktur ve gaz emisyonu yapmazlar; bu hem iklim hem de hava kalitesi için daha iyidir. Enerji verimliliği açısından, elektrikli araçlar benzer boyuttaki geleneksel araçların kilometre başına tükettiği enerjinin üçte birinden daha azını tüketirler; çünkü yanma motorları enerji kayıplarının önemli bir kısmını ısı kaybı yoluyla yaşarken, elektrik motorları %90'ın üzerinde verimlilik değerlerine sahiptir.

Bazı çalışmalar, tipik bir elektrikli aracın üretiminin, batarya üretimi için gereken ek enerji nedeniyle benzinli bir araçtan daha fazla karbon kirliliği yaratabileceğini göstermiştir. Ancak aracın kullanım ömrü boyunca, üretim, şarj ve sürüşle ilişkili toplam sera gazı emisyonları tipik olarak benzinli bir araçla ilişkili toplam sera gazlarından daha düşüktür. Elektrikli araçların çoğu, batarya boyutuna bağlı olarak ek üretim etkisini 6 ay ile 2 yıl arasında telafi eder.

Yaşam döngüsü analizi, hammadde çıkarımından araç ve batarya üretimine ve ömrünün sonundaki geri dönüşüm aşamasına kadar tüm aşamaları kapsar. Uluslararası Temiz Ulaşım Konseyi'nden yapılan yakın tarihli bir araştırma, bugün kayıtlı ortalama orta boy bataryalı elektrikli araçların kullanım ömrü boyunca emisyonlarının Avrupa'da karşılaştırılabilir benzinli araçlardan %66-69, ABD'de %60-68, Çin'de %37-45 ve Hindistan'da %19-34 daha düşük olduğunu göstermektedir.

Elektrikli araçlar doğrudan emisyon üretmezler; bu da partikül madde, azot oksitler ve karbon monoksit gibi zararlı kirleticiler yaymadıkları anlamına gelir. Bu özellikle hava kirliliği seviyelerinin tehlikeli derecede yüksek olabileceği şehirlerde hava kalitesi için faydalıdır. Elektrikli araçlar sürüş sırasında yılda ortalama 1,5 milyon gram CO₂ tasarrufu sağlarlar. Bu nedenle elektrikli araçlar, şehir merkezlerinde ve yoğun nüfuslu alanlarda hava kalitesini iyileştirmek ve halk sağlığını korumak için önemli bir araçtır.

İklim-akıllı tarım (Climate-Smart Agriculture - CSA), iklim değişikliği karşısında gıda güvenliğini sağlamayı amaçlayan bütünleştirici bir yaklaşımdır. CSA üç ana hedefi birleştirir: (1) tarımsal üretkenliği sürdürülebilir şekilde artırmak, (2) gıda sistemlerinin ve güvenlik ağlarının dayanıklılığını inşa etmek, ve (3) tarımdan kaynaklanan sera gazı emisyonlarını azaltmak. Rejeneratif tarım uygulamaları sera gazı emisyonlarını azaltabilir, toprak sağlığını artırır ve toplulukları iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı hale getirir.

Rejeneratif gıda üretimi, iklim değişikliği ve tür kaybının birbirine bağlı krizlerinin tersine çevrilmesine yardımcı olmak için dünyanın sahip olduğu en güçlü çözümlerden biridir. Rejeneratif gıda uygulamaları: sera gazı emisyonlarını azaltabilir, habitat ve tür çeşitliliğini destekler, besin kirliliğini azaltır, toprak erozyonunu önler, tatlı su kaynaklarının kalitesini iyileştirir, toplulukları iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı hale getirir ve sosyal ve ekonomik refahı artırır.

Topraklarda, tüm bitki örtüsünde ve atmosferde bulunandan daha fazla karbon bulunmaktadır. Bu, örtü bitkisi ekimi ve azaltılmış toprak işleme gibi uygulamalarla topraktaki organik karbonu nispeten küçük bir miktarda artırmanın, dünyanın ihtiyaç duyduğu karbon uzaklaştırmasına büyük bir katkıda bulunabileceği anlamına gelir. Sağlıklı toprak ayrıca su gibi bir sünger emer; bu da su kaynakları yönetimine katkıda bulunur ve kuraklık ve sel gibi iklim etkilerine karşı dayanıklılığı artırır.

Tarım, AB'de toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık %11'ini oluşturmaktadır. Emisyonları azaltmak için: enerji verimliliği artırılabilir, yenilenebilir enerji kaynakları kullanılabilir, tarımdan sera gazı ve amonyak emisyonları azaltılabilir, tarım ve ormancılıkta karbon muhafazası ve tutulması teşvik edilebilir, agro-ekoloji veya agro-ormancılık gibi iklim dostu uygulamalar yapılabilir. AB'de tarım sektörü 1990 ile 2021 arasında sera gazı emisyonlarını %24 oranında azaltmıştır.

Agroforestry (agro-ormancılık), bazı bölgelerde ekinler arasında ağaç dikmeyi veya ağaçlar arasında ekin ekmeyi içeren bir sistemdir. Bu yaklaşım, ormansızlaşmayı azaltmaya ve iklim değişikliğiyle mücadeleye yardımcı olabilecek gıda ormanları yaratabilir. Ağaçlar atmosferden karbon çeker ve biyokütlelerinde depolar; aynı zamanda toprak kalitesini iyileştirir, erozyonu azaltır ve biyoçeşitliliği artırır. Bu nedenle agro-ormancılık hem azaltım hem de adaptasyon açısından iklim-akıllı bir tarım uygulamasıdır.

Yeşil bina, "iklimimiz ve doğal çevremiz üzerindeki olumsuz etkileri azaltan veya ortadan kaldıran - ve olumlu etkiler yaratabilen" bir binadır. Yeşil bina, enerji verimliliğini, su kullanımını, iç mekan hava kalitesini, malzeme seçimini ve bina tasarımını kapsar. AB'deki binaların %85'i 2000'den önce inşa edilmiş ve %75'i düşük enerji performansına sahiptir; dolayısıyla mevcut binaların enerji performansını iyileştirmek, enerji tasarrufu yapmak ve 2050'ye kadar sıfır emisyonlu bir bina stoğu elde etmek için anahtardır.

Enerji verimli binalar, bir binanın enerji performansını yansıtan birçok faktörü dikkate alarak tasarlanır: bina zarfı (özellikle yalıtım ve pencereler), binanın sistemlerinin verimliliği (özellikle ısıtma, soğutma ve sıcak kullanım suyu), ve yenilenebilir enerji kullanımı (örneğin güneş panelleri). Yeni binalar için sıfır emisyonlu binalar yeni standart haline gelmiştir ve AB ülkeleri yeni binaların fotovoltaik veya güneş termal tesisleri barındırmaya uygun olmasını sağlamalıdır.

Bir binanın enerji performansı, tipik enerji kullanımını yansıtır ve özellikle binanın zarfını (yalıtım ve pencereler), binanın sistemlerinin verimliliğini (ısıtma, soğutma ve sıcak kullanım suyu), ve yenilenebilir enerji kullanımını dikkate alır. AB'de binaların enerji performansını iyileştirmek enerji tasarrufu sağlar ve böylece enerji bağımsızlığını güçlendirir, daha düşük enerji faturalarına yol açar ve şebeke yatırım ihtiyaçlarını azaltır.

ENERGY STAR, enerji verimli binalar için bir sertifikasyondur; yeşil bina sertifikaları ise daha geniş anlamda çevre dostu binalar içindir. ENERGY STAR etiketini taşıyan binalar, ülke çapındaki benzer binaların %75'inden daha iyi performans gösterdikleri bağımsız olarak doğrulanmıştır ve ortalama olarak emsallerinden %35 daha az enerji kullanırlar. LEED ve Green Globes gibi en iyi yeşil bina sertifikasyon sistemlerini tamamlar.

Yeni Enerji Performansı Binalar Direktifi (EPBD), AB ülkelerinin yeni binaların güneşe hazır olmasını, yani fotovoltaik veya güneş termal tesisleri barındırmaya uygun olmasını sağlamasını gerektirir. Güneş enerjisi tesisleri kurmak, yeni binalar için norm haline gelecektir. Güneş enerjisi kullanımı, binaların kendi elektriklerini üretmesine, enerji faturalarını düşürmesine, şebekeden bağımsızlığı artırmasına ve karbon ayak izini azaltmasına olanak tanır.

Biyoçeşitlilik kaybı iklim krizini şiddetlendirmektedir çünkü işlevsel ekosistemler insan kaynaklı CO₂ emisyonlarının büyük bir kısmını emer. Ormanlar önemli miktarda karbon depolar; ancak orman alanları ormansızlaşma yoluyla yok edilirse, bu yakalanan karbon CO₂ olarak salınır. Turbalıklar ve mangrove ormanları normalde karbon yutak görevi görürken, bozulurlarsa bu işlevi artık yerine getiremezler. Küresel ekonomik çıktının GSYİH cinsinden yarısından fazlasına karşılık gelen ekonomik değer, biyoçeşitlilik kaybı sonucunda potansiyel olarak risk altındadır.

İklim değişikliği, artan sıcaklıklar, değişen yağış düzenleri, habitat kaybı, su kıtlığı, ürün kayıpları, çölleşme, okyanus asidifikasyonu veya aşırı hava olaylarında artış gibi etkileriyle biyoçeşitlilik üzerinde derin bir olumsuz etkiye sahiptir. Bu gelişmelerin tümü, yerli ekosistemler ve orada yaşayan bitki ve hayvanlar üzerinde baskı oluşturmaktadır. 3°C'ye kadar küresel ısınma, Kuzey Kutbu'nun yazın buzsuz kalmasına, Orta Amerika'daki yağmur ormanlarının bir kısmının savan sistemlerine dönüşmesine neden olabilir.

Ekosistem hizmetleri, ekosistemlerin insanlara sağladığı çok sayıda faydayı ifade eder. Bunlar arasında karbon tutulumu ve su tutulumu gibi düzenleyici hizmetler, gıda ve su gibi tedarik hizmetleri, rekreasyon ve kültürel değerler gibi kültürel hizmetler ve besin döngüsü gibi destekleyici hizmetler bulunmaktadır. Sağlıklı, çeşitli ekosistemler daha dayanıklıdır ve iklim değişikliği etkilerine karşı tampon görevi görmek için daha iyi donanımlıdır.

Ormanlar ve sulak alanlar gibi ekosistemler doğal karbon yutakları olarak hareket ederek CO₂'yi emer ve küresel sıcaklıkları düzenler. Ormanlar büyük miktarda karbon depolayan yutak alanlardır; kesildiklerinde veya yakıldıklarında hem bu depolama kapasitesi kaybedilir hem de atmosfere ek CO₂ salınır. Turbalıklar ve sulak alanlar, dünya yüzeyinin sadece yaklaşık %3'ünü kaplamalarına rağmen, tüm kara ekosistemlerinde depolanan karbonun yaklaşık üçte birini içerirler.

İklim krizi ve biyoçeşitlilik kaybı yakından bağlantılıdır ve çözümleri de öyledir. Biyoçeşitliliği korumak, iklim korumasına büyük bir katkıda bulunur ve ekonominin ve toplumun karbondan arındırılmasını tamamlamalıdır. Doğa temelli çözümler, ekosistemlerin korunması, yeniden inşası ve sürdürülebilir yönetimine odaklanır. Yerel ağaç türleriyle yeniden ağaçlandırma veya turbalıkların doğaya kazandırılması, yalnızca atmosferden karbonu biyokütleye tutmakla kalmaz; aynı zamanda sayısız hayvan ve bitki türü için yeni habitatlar yaratır.

Yeşil tahviller, çevresel projeleri finanse etmek için özel olarak tasarlanmış sabit getirili araçlardır. 2022'de iklim akışları piyasası 1,46 trilyon dolara ulaşmıştır. Yeşil tahviller, ihraççının gelirleri yeşil yatırımlar, yeşil projeler veya yeniden finanse edilen uygun yeşil varlıklar için kullanacağına söz vermesi dışında diğer geleneksel tahviller gibidir. Yeşil tahvillerin projeleri Yeşil Tahvil İlkeleri ve İklim Tahvilleri Taksonomisi gibi belirlenen standartlarla uyumlu katı çerçeveleri takip etmesi gerekir.

Yeşil tahviller ile geleneksel tahviller arasında, yeşil tahvil gelirlerinin çevresel projeleri finanse etmek için kullanılması dışında hiçbir fark yoktur. Ancak bu özel özellik, şeffaflık konusunda artan incelemeyi davet eder. Yeşil tahvil fiyatlandırması tipik olarak aynı ihraççıdan geleneksel tahvillere kıyasla daha düşük faiz oranları gösterir; çalışmalar ihraçta getirilerinin ortalama 10-45 baz puan daha düşük olduğunu göstermektedir. Bu fiyatlandırma avantajı, sürdürülebilir yatırımlara yönelik güçlü talepten kaynaklanmaktadır.

Tahvil ihraç edebilen herhangi bir hükümet veya iş kuruluşu yeşil tahvil de ihraç edebilir. Ayrıca, bir bankacılık kurumu uzun vadeli fonları bir finansal araç olarak yeşil tahvil kullanarak toplayabilir. Yeşil tahvil ihraççıları arasında egemenler (ülkeler), alt-egemenler (şehirler, eyaletler), finansal kurumlar ve şirketler bulunmaktadır. Yeşil tahvil piyasası son yıllarda katlanarak büyümüş ve sürdürülebilir ürünler satın almaya daha istekli olan yatırımcılar arasında artan farkındalık tarafından tetiklenmektedir.

Yeşil Tahvil İlkeleri (GBP), yeşil tahvil piyasasının gelişiminde bütünlüğü teşvik etmek için şeffaflık ve ifşa tavsiye eden gönüllü süreç yönergelerdir. GBP'nin dört temel bileşeni vardır: gelirlerin kullanımı, proje değerlendirmesi, gelirlerin yönetimi ve raporlama. Bu standartlaştırılmış çerçeve, ihraççılar için net yönergeler oluşturarak ve artan şeffaflık ve hesap verebilirlik yoluyla yatırımcı güvenini inşa ederek piyasa büyümesini kolaylaştırmıştır.

Yeşil tahviller, iklim adaptasyonu ve dayanıklılık yatırımları için sermaye piyasalarını kullanarak gerekli finansmanı artırmak üzere kullanılabilir. İklim Dayanıklılığı İçin Yeşil Tahviller Kılavuzu, her türdeki ihraççıya iklim adaptasyonu ve dayanıklılığa yatırım için yeşil tahvil piyasasında nasıl sermaye toplanacağı konusunda pratik rehberlik sağlar. Yeşil tahviller, sel bariyerleri, kuraklığa dayanıklı altyapı ve erken uyarı sistemleri gibi adaptasyon projelerini finanse edebilir.

Karbon kredileri (karbon ödenekleri), emisyonlar için izin fişleri gibi çalışır; bir şirket karbon kredisi satın aldığında, genellikle hükümetten, bir ton CO₂ emisyonu üretme izni kazanır. Karbon ofsetleri ise başka yerlerde üretilen emisyonları telafi etmek için atmosferden sera gazlarını azaltan veya uzaklaştıran projelere yatırım yapmayı içerir. Karbon ofsetleme emisyonların azaltılmasına yardımcı olur, karbon kredileri bunların önlenmesine yardımcı olur. Karbon ofsetleme gönüllü bir eylemken, karbon kredileri düzenleyici bir gerekliliktir.

Üst sınır ve ticaret sistemleri, bir bölge veya sektör için toplam emisyon üst sınırı belirler ve yayıcılara izin verir veya onlara tahsis eder. Bu izinler azalan bir üst sınır altında düzenlenerek daha sıkı gereksinimler oluşturur. Yayıcılar birbirleriyle izin ticareti yapabilir ve düşük emisyon maliyetine sahip olanlar daha yüksek maliyetlere sahip olanlara satış yapar. AB ETS (Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi), dünyada en büyük karbon piyasasıdır ve 27 AB ülkesini kapsayan elektrik, ısıtma, havacılık ve büyük endüstriyel yayıcıları kapsamaktadır.

Yüksek kaliteli karbon kredileri şu kriterlere uymalıdır: 1) Eklilik (Additionality) - İndirimlerin kredi olmadan gerçekleşmeyecek olması; 2) Kalıcılık - Karbon depolamasının uzun süreli olması; 3) Sızıntının önlenmesi - Bir yerde emisyonların azaltılmasının başka bir yerde artışlara neden olmaması; 4) Doğrulanabilir ölçüm - Sağlam metodoloji ve üçüncü taraf doğrulaması; 5) Çift sayılmanın önlenmesi - Her kredinin yalnızca bir kez talep edilmesi. ICVCM (Integrity Council for Voluntary Carbon Market) Core Carbon Principles, bu standartları ortaya koymak için çalışmaktadır.

Doğal iklim çözümleri (NCS), doğal ekosistemleri koruma, yönetme ve restore etme yoluyla iklim değişikliğini hafifletme eylemlerini ifade eder. NCS, orman yönetimi, restore edilmiş sulak alanlar, toprak sağlığının geliştirilmesi gibi şeyleri içerir. Araştırmalar, NCS'nin 2030'a kadar gerekli küresel emisyon azaltımlarının yaklaşık %37'sini sağlayabileceğini göstermektedir. Bu çözümler ayrıca biyoçeşitlilik koruması, su kalitesinin artırılması, sel kontrolü gibi ortak faydalar da sağlar. Ancak, NCS'nin fosil yakıt emisyonlarını azaltmaya değil, tamamlamaya hizmet ettiğini belirtmek önemlidir.

Greenwashing, şirketlerin çevresel etkilerini veya sürdürülebilirlik çabalarını abartması anlamına gelir. Karbon offsetlerinde, greenwashing riskleri şunları içerir: kalitesiz veya doğrulanmamış kredilerin satın alınması, emisyon azaltımlarının abartılması, kalıcı olmayan karbon depolaması ve eklilik eksikliği. Yapılan bir araştırma, büyük orman karbon offsetlerinin büyük bir kısmının gerçek iklim faydası sağlamadığını bulmuştur. Şirketler offset kullanımını gerekçelendirirken şeffaf olmalı ve ağırlığı emisyon azaltımına vermelidir. Oxford Offsetting İlkeleri, offset kullanımı için bir çerçeve sağlar.

Kapsam 1, bir kuruluşun sahip olduğu veya doğrudan kontrol ettiği kaynaklardan gelen doğrudan emisyonları kapsar (araç filosu, tesislerde yakıt yakma). Kapsam 2, satın alınan enerji üretiminden kaynaklanan dolaylı emisyonları hesaba katar (elektrik, buhar, ısıtma, soğutma). Kapsam 3, şirketin değer zinciri boyunca sorumlu olduğu tüm diğer dolaylı emisyonları içerir (satın alınan mal ve hizmetler, iş seyahati, çalışan işe gidiş-gelişi, satılan ürünlerin kullanımı). Kapsam 3, bir şirketin toplam emisyonlarının %90'ından fazlasını temsil edebilir.

Kapsam 1 emisyonları, doğrudan yakıt tüketimi verilerinin toplanması ve uygun emisyon faktörleri ile çarpılmasıyla hesaplanır. Örneğin: araç filonuzda yakılan dizel miktarı, doğal gaz kullanımı, tesislerdeki jeneratörler. GHG Protokolü, her yakıt türü için standart emisyon faktörleri sağlar. Kapsam 1'in doğru hesaplanması, şirketin doğrudan kontrol edebileceği emisyonları anlaması ve azaltma fırsatlarını belirlemesi açısından kritiktir.

Kapsam 2 için iki hesaplama yöntemi vardır: Lokasyon temelli yöntem, elektrik şebekesinin ortalama emisyon faktörünü kullanır. Piyasa temelli yöntem ise şirketin satın aldığı elektriğin özel sözleşmelerini (yeşil enerji sertifikaları, PPA'lar) dikkate alır. Yenilenebilir enerji satın alan şirketler, piyasa temelli yöntemle Kapsam 2 emisyonlarını sıfırlayabilir. GHG Protokolü Scope 2 Guidance, her iki yöntemin de raporlanmasını önerir.

GHG Protokolü, Kapsam 3'ü 15 kategoriye ayırır: Upstream (1-8): Satın alınan mal ve hizmetler, sermaye malları, yakıt ve enerji ile ilgili faaliyetler, upstream nakliye, operasyonlarda oluşan atık, iş seyahati, çalışan işe gidiş-gelişi, kiralanan varlıklar. Downstream (9-15): Downstream nakliye, satılan ürünlerin işlenmesi, satılan ürünlerin kullanımı, satılan ürünlerin ömür sonu, franchise, yatırımlar. Her kategori için özel hesaplama metodolojileri vardır.

Kapsam 3 emisyonları şirketin doğrudan kontrolü dışında olduğu için azaltılması zordur. Tedarik zinciri yüzlerce tedarikçi içerebilir, veri toplama karmaşıktır, müşterilerin ürünleri nasıl kullandığını etkilemek sınırlıdır. Ancak Kapsam 3, toplam emisyonların çoğunu (%70-90) oluşturduğu için göz ardı edilemez. Çözüm: tedarikçi işbirliği, ürün tasarımında iyileştirmeler, müşteri eğitimi, CDP Supply Chain programı gibi platformlar kullanımı. SBTi, şirketlerin Kapsam 3 hedefleri belirlemesini zorunlu kılar.

Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (LCA), bir ürün, hizmet veya sistemin tam yaşam döngüsü boyunca - hammadde çıkarımından bertarafa kadar - çevresel etkisini değerlendiren standartlaştırılmış bir yaklaşımdır. LCA dört aşamadan oluşur: hedef ve kapsam tanımı, yaşam döngüsü envanter analizi, yaşam döngüsü etki değerlendirmesi ve yorum. LCA, iklim değişikliği, su kullanımı, kaynak tükenmesi, asitleşme gibi birden çok çevresel etki kategorisini değerlendirir ve sürdürülebilirlik stratejisinin temel taşıdır.

Beşikten mezara LCA, hammadde çıkarımından ("beşik") ürünün ömrü sonunda bertarafına ("mezar") kadar tüm aşamaları kapsar. Bu aşamalar şunları içerir: hammadde çıkarımı ve işleme, üretim, paketleme, dağıtım ve nakliye, kullanım aşaması, ömür sonu (geri dönüşüm, gömme, yakma). Beşikten mezara yaklaşım, bir ürünün gerçek çevresel maliyetini anlamak ve iyileştirme fırsatlarını belirlemek için kapsamlı bir görünüm sağlar.

Sistem sınırları, LCA'ya hangi süreçlerin ve faaliyetlerin dahil edileceğini tanımlar. Sınırlar: Beşikten mezara (hammaddeden bertarafa), Beşikten kapıya (hammaddeden üretim tesisinden çıkışa kadar), Kapıdan kapıya (bir üretim aşamasından diğerine). Sınır belirleme, çalışmanın amacına, veri mevcudiyetine ve kaynaklara bağlıdır. ISO 14040/14044 standartları, sistem sınırlarının açıkça tanımlanmasını ve gerekçelendirilmesini gerektirir. Kesim (cut-off) kriterleri, küçük katkıların ihmal edilmesine izin verir.

Fonksiyonel birim, LCA'da ürün veya hizmetin performansını tanımlayan ölçüm birimidir. Örneğin: "10 yıl boyunca bir odayı aydınlatma" veya "1 km yolcu taşıma". Fonksiyonel birim, farklı ürünlerin adil karşılaştırılmasını sağlar. LED ampul vs. akkor ampul karşılaştırmasında, sadece üretim emisyonlarına değil, aynı aydınlatma hizmeti için tüm yaşam döngüsüne bakılır. Kötü tanımlanmış fonksiyonel birim, yanıltıcı sonuçlara yol açabilir.

LCA sonuçları, çevresel etki kategorileri genelinde (iklim değişikliği, su kullanımı, toksik etkiler vb.) nicel veriler sağlar. Sonuçlar: hotspot analizi (en büyük etkilerin nereden geldiğini belirleme), senaryo karşılaştırmaları (farklı tasarım seçeneklerini değerlendirme), sürekli iyileştirme (zaman içinde ilerlemeyi izleme) için kullanılır. Şirketler LCA'yı ürün tasarımı, tedarikçi seçimi, pazarlama iddiaları ve sürdürülebilirlik raporlaması için kullanır. EPD (Çevresel Ürün Beyanı) ve Carbon Footprint etiketleri, LCA'ya dayanır.

Science Based Targets initiative (SBTi), şirketlerin emisyon azaltım hedeflerinin Paris Anlaşması hedefleriyle - küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelere göre 2°C'nin oldukça altında tutmak ve 1,5°C ile sınırlamak - uyumlu olmasını sağlar. SBTi standardı, şirketlerin küresel veya sektör düzeyinde 1,5°C yollarıyla tutarlı bir seviyeye operasyonel ve tedarik zinciri emisyonlarını azaltmasını gerektirir. En geç 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşmayı hedeflemek çok önemlidir; bu bize küresel ısınmayı nispeten güvenli seviyelerde sınırlama konusunda %50 şans verir.

SBTi, şirketlerin Kapsam 1 ve 2 emisyonlarını yıllık en az %4,2 (1,5°C yolu için) azaltmasını gerektirir. Kapsam 3 emisyonları toplam emisyonların %40'ından fazlasını oluşturuyorsa, ayrı Kapsam 3 hedefleri zorunludur. Hedefler 5-10 yıllık bir zaman dilimini kapsamalıdır. Uzun vadeli hedefler (net sıfır), en geç 2050'yi hedeflemelidir. SBTi, offsetleri kısa vadeli hedeflere saymaz; gerçek emisyon azaltımı gereklidir. Hedefler, CDP, GRI veya entegre raporlarda açıklanmalıdır.

SBTi Net-Zero Standard (2021'de piyasaya sürüldü), şirketlerin 2050'ye kadar değer zincirleri boyunca net sıfır emisyona ulaşmasını sağlar. Gereksinimler: 1) Kısa vadeli (5-10 yıl) bilim temelli hedefler, 2) Uzun vadeli (2050) bilim temelli hedefler, 3) Kapsam 3 dahil tüm emisyonlar için %90+ azaltım, 4) Nötralizasyon: kalan emisyonlar için karbon uzaklaştırma (CDR), 5) Değer zincirinden kaynaklanan (beyond value chain) emisyon azaltım yatırımları. Offsetler, geçiş döneminde teşvik edilir ancak net sıfır tanımına dahil değildir.

Şirketler, SBTi'a hedef taahhüt mektubu gönderir (halka açık). 24 ay içinde hedefleri geliştirip göndermeleri gerekir. SBTi teknik ekibi, hedefleri kriterlere uygunluk açısından değerlendirir. Onay süreci 30 gün sürer. Onaylanan hedefler SBTi web sitesinde yayınlanır. Şirketler, yıllık ilerlemeyi raporlamalıdır. Hedeflere ulaşılmazsa veya metodoloji ihlal edilirse, SBTi şirketi listeden çıkarabilir. 7.000'den fazla şirket SBTi taahhüt vermiş, 4.000'den fazlası onaylanmıştır.

SBTi, iklim bilimi (IPCC senaryoları) ile uyumlu olduğu için diğer gönüllü taahhütlerden ayrılır. "Karbon nötr" veya "net sıfır" iddiaları offsetlere dayanabilir; SBTi gerçek emisyon azaltımı ister. RE100 (yenilenebilir elektrik), EP100 (enerji verimliliği) gibi girişimler SBTi'ı tamamlar. CDP, şirketleri SBTi hedefleri belirlemeye teşvik eder. Yatırımcılar, SBTi onaylı hedefleri "altın standart" olarak görür. SBTi, greenwashing'i önlemek için sıkı doğrulama sağlar.

Türkiye, coğrafi konumu ve çeşitli iklim bölgeleri nedeniyle iklim değişikliğinin etkilerine karşı en savunmasız ülkeler arasındadır. Türkiye 2011 yılında ilk Ulusal İklim Değişikliği Adaptasyon Stratejisi ve Eylem Planını (NASAP) hazırlamıştır ve 2024-2030 dönemi için güncellenmiş planı geliştirmiştir. UNDP'nin "Türkiye'de Adaptasyon Eylemini Güçlendirme Projesi" kapsamında: ulusal iklim değişikliği adaptasyon politikaları için daha iyi karar alma araçları, kentsel adaptasyon planlama çözümleri, ve İklim Değişikliği Adaptasyon Hibe Programı (CCAGP) oluşturulmaktadır.

Türkiye'de iklim değişikliğine en savunmasız bölgeler: Akdeniz ve Ege kıyıları (deniz seviyesi yükselişi, kıyı erozyonu), Güneydoğu Anadolu (kuraklık ve su kıtlığı riski), İç Anadolu (sıcak hava dalgaları ve tarımsal stres), Karadeniz bölgesi (aşırı yağışlar ve sel riski). İstanbul gibi büyük kentsel alanlar, kentsel ısı adası etkisi ve altyapı üzerinde artan baskı nedeniyle savunmasızdır. Küçük tarım toplulukları ve kıyı balıkçılık toplulukları ekonomik kırılganlık göstermektedir.

NASAP (Ulusal İklim Değişikliği Adaptasyon Stratejisi ve Eylem Planı) öncelikli sektörleri: Su kaynakları yönetimi (kuraklık, taşkın yönetimi), Tarım ve gıda güvenliği (kuraklığa dayanıklı çeşitler, sulama verimliliği), Ekosistem ve biyoçeşitlilik (orman yangınları, sulak alanların korunması), Sağlık (sıcak dalgaları erken uyarı, vektör kaynaklı hastalıklar), Enerji (hidroelektrik etkileri, soğutma talebi), Ulaşım ve altyapı (aşırı hava koşullarına dayanıklılık). NASAP, kurumlar arası koordinasyon ve yerel yönetim katılımını vurgular.

CCAGP (Climate Change Adaptation Grant Program), UNDP ve Türkiye işbirliğinde yerel düzeyde adaptasyon eylemlerini finanse etmek için oluşturulmuştur. Program, yerel yönetimlere, STK'lara ve özel sektöre adaptasyon projelerini uygulamaları için hibeler sağlar. Öncelik alanları: su tasarrufu, kentsel yeşil altyapı, sürdürülebilir tarım, ekosistem restorasyon, afet risk azaltma. CCAGP, pilot projelerin test edilmesine ve en iyi uygulamaların ölçeklendirilmesine yardımcı olur. Kapasite oluşturma ve topluluk katılımı programın temel unsurlarıdır.

Türkiye, Paris Anlaşması'nı 2021'de onaylamıştır ve 2053 net sıfır hedefi belirlemiştir. NDC (Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı), hem azaltım hem de adaptasyon bileşenleri içerir. Adaptasyon bileşeni: su kaynakları yönetimi, tarımda iklime akıllı uygulamalar, erken uyarı sistemleri, ekosistem dayanıklılığı. Türkiye, Adaptation Fund ve Green Climate Fund'dan adaptasyon finansmanı aramaktadır. İklim Yasası (2024 taslak) adaptasyon planlamasını yasal çerçeveye oturtmayı amaçlamaktadır. Türkiye, hem azaltım hem de adaptasyonu entegre bir "iklim dayanıklılığı" çerçevesi içinde ele almaktadır.